Devleti Göreve Çağırmak – Ruşen Ali Sel

Lağım bu kez de discord adlı sosyal medya uygulamasından akıyor. Ortaya saçılan görüntü ve ifşalar, bu uygulama üzerinden bir araya gelen 15-20 yaşındaki gençlerin nasıl bir suç ağına düştüklerinin ve nasıl bir psikopata dönüştürüldüklerinin dehşetli kanıtı niteliğinde… Küçük çocuklara, özellikle kız çocuklarına cinsel bölgeyi yaktırma, vücudunun çeşitli yerlerini kestirme gibi yaşatılan işkence ve zorbalıklar, içinde bulunduğumuz korkunç manzaranın sadece küçük parçaları. Bildiğiniz gibi, Ağustos ayı ortalarında başlayan Narin Güran cinayeti tartışması haftalarca gündemi meşgul etti, hala da tartışılmaya devam ediyor. Sonrasında mezar açma kararıyla tekrar gündeme gelen Münevver Karabulut cinayeti tartışmaları ve nihayetinde İstanbul Fatih’te kafaları kesilip, bedenleri parçalanarak katledilen iki genç kızın cinayeti gündemin ana maddeleri oldu. O arada her gün gündemi meşgul eden silahlı çatışma haberleri, çete faaliyetleri, “ayağına sıkılan” insanlar, cinayetler, bitmeyen taciz ve tecavüz haberleri ne yaşadığımızı anlattığı kadar bizi neyin beklediği konusunda da hepimizi düşünmeye sevk ediyor, etmeli… Ama düşünmekle kalamayacağımız, sorumluluk almamız gerektiği, alamıyorsak birilerini sorumluluk almaya ve “göreve çağırmaya” başlanacağı da bir gerçek.

Türkiye’de artık dibe vurmuş olan özgürlük ortamı, istatistiki verilere yansıyan sosyal, kültürel ve siyasal örgütlenme ve ifade özgürlüğünün yok edilmiş olması, 12 Eylül’ü geride bırakan baskı ve yasaklar, milyonları bulan genç işsizlik, gençlerin yarıdan fazlasının iş bulacağına ve insanca yaşayacağına olan inancının kaybedilmiş olması gibi gerçekler, yukarıda özetlenen tablonun sebebi olduğu gibi bu tablonun daha da ağırlaşacağını kanıtlıyor.

Ekonomik çöküş ve toplumsal çürümenin, ileride çok daha büyük sorunlara yol açacağı herkesçe kabul ediliyor, birileri bağırıyor ama el uzatacak birilerini, bir gücü bulmak da imkansız.

Ve bunlara eklenen başka bir olgu var; savaş veyahut en azından savaş siyaseti kapıda… Şu koşullarda Türkiye’nin yeni bir savaşa taraf olacağına ihtimal verilmeyebilir. Ancak savaş korkusu üzerinden topluma yeni bir baskı rejimi dayatmak için bu fırsatı kaçırmayacaklardır.

Narin Güran ve katledilen genç kadınlar meselesinin gündeme taşınma ve gündemde tutulma biçimine bakarsak bunun bir devlet tercihi olduğunu ve organize edildiğini düşünmeliyiz. Özellikle son günlerde patlayan “discord” adlı sosyal medya uygulaması üzerinden örgütlenen çok sayıda gencin tehdit, şantaj, cinsel saldırı, müstehcenlik gibi devasa bir suç ağı oluşturmuş olması ve bunun patlayan bir lağım gibi akmaya başlaması bizi bu konu üzerine düşünmeye zorlamalı. Tüm bunlar devletten habersiz, devletin etkisi olmadan yaşanmadığına göre şunu sormamız gerekiyor; devlet ne yapmaya çalışıyor? Öyle görünüyor ki, devlet yarattığı, sebep olduğu bu çürümeye cevap olarak toplumun devleti göreve çağırmasını organize etmeye, bunun psikolojik alt yapısını oluşturmaya çalışıyor.

12 Eylül darbecilerinin ve devamcılarının en büyük başarısı, darbenin sebepleri konusunda halkta yarattıkları yanılgı ve buradan elde ettikleri kazanımlardır. Bugün çok büyük çoğunluğun inandığı – inandırıldığı iddia şu; “darbe kötü ama sokaklar kan göydü, kardeş kardeşi öldürüyordu, hükümet tedbirleri yetersizdi, dolayısıyla bu duruma müdahale etmek kaçınılmazdı.” Oysa ki CIA’nın emrindeki TSK generallerinin ve kontr-gerilla çetelerinin sokakları kan gölüne çevirerek toplumu boğma ve darbeye zemin ve gerekçe yaratığı gerçeği yeteri kadar anlatılamadı, anlatılsa da darbecilerin ve devamcılarının yalanı gerçeğe galip geldi.

Şimdi de yaşadığımız durum bu açıdan bir benzerlik taşıyor. İktidar eliyle yıllardır yaratılan işsizlik, mafyalaşma, neredeyse her bir sokağın bir çeteye teslim edildiği ortam, uyuşturucunun neredeyse her eve girdiği çürüme artık toplumun kusmasına yol açıyor. Ve buna tepki, örgütlü bir muhalefetten gelmiyor, gelemiyor… Çaresizlik içinde çırpınan milyonların sarılacağı, sarılmaya ikna edileceği, sanki kendi cümlemizmiş gibi peşine düşeceği slogan “devletin göreve çağrılması” olacak.

Devleti göreve çağırırken aklımızda tutmamız gereken bir husus var; gençler arasındaki suça yatkınlığın ve suç failliğinin, sokaklardaki çeteleşmenin, uyuşturucu etkinliğinin velhasılı çürüme ve çözülme diye tarif ettiğimiz şeyin nedenleri ve sonuçları üzerine gerek kamu kurumlarının, gerek bağımsız kuruluş ve üniversitelerin ve gerekse özel araştırma şirketlerinin sayısız araştırma ve incelemesi var. Emniyet ve istihbarat birimlerinin inceleme ve raporları var. Yani göreve çağırmaya niyetlenilen devlet yaşanan bu tablonun nedenlerinden, yaşanmakta olan ve yaşanacak daha ağır sonuçlardan bi haber değil. Devlet ve devleti somutlaştıran iktidar organları, bürokrasi, kolluk birimleri, yargı ve üniversiteler gayet her şeyin farkındalar… Aynı araştırma sonuçları ve raporlar çözümün de nerede aranması gerektiğini söylüyor, okumasını bilene… Yani yetkili ve sorumlu düzeyde bulunanlar, bu anlamda devlet yetkilerini ellerinde bulunduranlar, çözümün de nasıl olacağının farkındalar. O halde şu sorulabilir; peki madem yaşanan sorunun sebepleri, sonuçları ve çözüm yollarının neler olacağı konusunda belli bir veriye ve bilgiye sahiplerse neden müdahale etmiyorlar.

Bunun iki cevabı var; birincisi bu tablo kendiliğinden, tesadüfen, istemsizce ortaya çıkmadı, tam tersine siyasal, kültürel ve ideolojik bir tercih olarak hepimiz bu tablonun içine itildik. İkincisi, gelişen her yeni duruma karşı kendini yeniden organize eden sermaye devleti, “halk içinde kendisinden başka muteber bir nesne bulunamayacağının” hep akılda tutulmasını, her zaman “göreve çağrılmasını” ister…

Mevcut devlet örgütlenmesinin görev ifa etme biçimi göz önüne alındığında, “özel bir çağrı üzerine” nasıl bir görev ifa edeceği anlaşılacaktır. Sokakta her yurttaşa karşı durdurma, kimlik sorma, arama yetkisini hiç bir kural tanımadan kullanan, itiraz edeni çıplak şiddetiyle bastıran, suçu ne olursa olsun, hatta suç işleyip işlemediği henüz kesinleşmeden gözaltına alınan şüphelilere ağır işkence yapmayı sıradanlaştıran, bunu sıradanlaştırmakla da kalmayıp özel olarak basına servis ederek “işkencenin ve işkenceye maruz kalma ihtimalinin” her evin içine girmesini sağlayan devlet aygıtının “özel görev” biçiminin nasıl olacağı tahmin edilecektir. Siyasi görüşü, inancı, etnik kimliği ne olursa olsun herkes bu çıplak gerçeğin farkındadır ve buna göre konum almalıdır. Şayet 12 Eylül darbecilerinin “özel görev” ifa yöntemleri hafızalarımızda yer etmiyorsa şu an El Salvador’da yaşananlara bakabiliriz. Çeteleri temizleme amacıyla göreve gelen El Salvador hükümeti, devleti ve polisi çeteleştirdi, yüzbinlerce kişi hapishanelere dolduruldu. İşkence sokağa yayıldı, işkencede ölenlerin sayısı tutulamıyor, kayıpların akıbeti bilinemiyor.

Bu toplumsal çürüme, yaratılan bu çaresizlik ve sürekli sıcak tutulan veya gündemin hep bir numarası yapılan savaş söylemleri bu tablonun yaratıcılarının kendilerini yeniden organize etme, iktidarlarını sağlamlaştırma amaçlarına hizmet etmemeli, buna fırsat verilmemeli. Özel görev çağrısıyla göreve gelecek veya kendisine özel görev misyonu biçecek çürüme müsebbiplerinin nasıl bir çözüm bulacakları bir an olsun akıldan çıkarılmamalı. Çözüm arayışına parlamenterizm ve “halkçı belediyecilik” siyasetine hapsolmuş veyahut sermaye düzeni işleyişinin aparatları haline gelmiş sosyal veya siyasal örgütlerden bir cevap gelmeyeceği de açık… O halde bizim, bu yerleşik işleyişle ve bu işleyişin sağ ve sol versiyonlarıyla derdi olan hepimizin konuşmaya, birbiriyle iletişim kurmaya, birbirinin derdini anlamaya ve buradan bir itiraz yükseltmeye başlamaya acil ihtiyacı var, nereden başlarsak o kadar anlamlı, ne kadar hızlı başlarsak o kadar faydalı olacak. Çürüme ve çözülmeye karşı barikatı nerede kurarsak insanca yaşam için adımı ilk orada atmış olacağız.